Konumuz kültür. Madem öyle, şimdi nedir bu kültür biraz ona bakmak/kökenini araştırmak/köktenleştirmek/kökünü kurutmak/yerini-yurdunu-şeceresini bilmek/hatta yersiz yurtsuzlaştırmak lazım gelir. Sayın Raymond Williams’ın defalarca üstünde durduğu, fikir yürüttüğü, detayına kadar araştırdığı üzere, kültür (en başta söylenmesi gerektiği şekilde) bir süreçtir, ve bu çok meşakkatli bir süreçtir üstelik. Şimdi durup arkaya baktığımızda, 4000 yıl önce de kültür vardı ve onun sayesinde (şekli-şemali-tavrı-tipi değişse de) bugünlere gelebildik (çok şükür!).
Bir önceki cümlemi (“Yaşadığımız yerde düşünmeye başlarız” (R.Williams) cümlesindeki gibi) analiz etmeye kalkarsak; kültür “BİZ”i: içinde ve beraberce yaşanılan insan topluluğunu; bu topluluğun çevresini saran “zaman-mekan”ı; o zaman ve mekanın “koşullar”ını, toplumsal “ilişkiler “ini ve bu ilişkileri “anlamlandırma tarzı”ı yansıtır.
Son zamanlarda ATV’ deki Avrupa Yakası’ nı izlemeyen yoktur herhalde gülmeye bu denli ihtiyaç duyuyor iken milletçe.. Dizide eşi-benzeri-emsali olmayan bir Şahika Koçarslanlı karakteri var, hani şu “kültürüyle karşısındaki dövüp parasıyla herkesi satın alabilen ve bu esnada salon kadını çizgisinden uzaklaşmak üzere olan”. Bence “kültür”ün anlamını en iyi betimleyen kişidir kendisi. Burada “kültürüyle dövmek”, yani “karşısındaki kişinin kültürünü küçümseyip, kendisininkini yüceltmek” anlamına geliyor sanırım. Aslında, bu “biz”e (Türk olan “biz”e) hiç de yabancı bir tanım değil. Ne de olsa yıllardır bizi kültürüyle dövüp, parasıyla satın alan (hem de hiç hissettirmeden, ağır ağır, sindire sindire, tıpış tıpış, elini beline dayayıp parmağını ileri geri sallayıp tehdit etmeye tenezzül bile etmeden) bir uzman kara-krater var “karşı”mızda, üstelik yanımızdaymış gibi görünerek: AMERİKA.
Sokaklarda şöyle bir dolaşıp tabelalara bakmak bile yeterli bunu görmek için. Her şeyiyle TÜRKÇE (hatırlatmak isterim, Türkçe bizim anadilimizdi bir zamanlar: bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde bir Türkçe varmış…) yazılmış tek bir tane tabela bulabilene aşk olsun! İnsan yurt dışına gidince hiç zorluk çekmez valla, ya da aynı şekilde “dışımızdan” biri geldiğinde de. Her bir yanımız Amerikan Kültürü ile çevrelenmiş, yutulmuş bile. Şimdi ben kime, nasıl “kendi” kültürümden bahsedebilirim, kim bana inanır ki (Kadir İnanır’ dan başka (tamam kabul ediyorum çok kötü ama kült –cult- bir espriydi)?! Keza “ortak bir kültür fikri –R.Williams- keşke mümkün olabilseydi. Ama tüm dünya yıllar önce (ve hala!), aptalca bir “güçlü olan kazanır, büyük balık küçük balığı yutar” mantığıyla yaşadığı ve habire savaşıp toprak koleksiyonu yapıp, “kendi” milletini oluşturmaya bu kadar meraklı olduğu için, ortak bir dünyamız yok ki (olamamış ki), ortak bir kültürümüz olsun.
Diyeceğim şu ki, insanlar aidiyet kisvesi ve duygusuyla ayakta kaldıklarına ve kalabileceklerine inanıyorlar (buna da milliyetçilik diyorlar). Hal böyle olunca, “facebook” web sayfası tabii ki patlama yapar, tabii ki %2 lik bir bölümünü almak için yarışan koca koca firmalar çoğalır (sonra da rekabetle fiyat artar ve milyar dolarlara satılır), tabii ki insanlar birbirlerini arkadaş listelerine eklemek/birbirlerine çicekler-böcekler-birlikte çekilmiş mutlu fotoğraflar-öpücükler-gülücükler-ayıcıklar-içkiler-biçkiler-ıvırlar zıvırlar göndermek için saatlerini harcarlar. Çünkü giderek yalnızlaşıyoruz, özgünlüğümüzü ve özgürlüğümüzü yitiriyoruz, kalabalıklarda kayboluyoruz, saygısızlaşıp sevimsizleşiyor, gitgide sevgisizleşiyoruz. Tüm bunlar medeniyetin-uygarlığın son çırpınışları. Bu dünyada nefes alabilmemiz mümkün mü? Daha kaç zaman bu şekilde devam edebiliriz? İnsanları uyandırmak olası mı?
Ben durum böyleyken, kendimi kültüre ve sanata adamak istiyorum. Tez konum olan yemek kültürüne dalıp, geçenlerde 750 gramı 243 bin YTL.’ye satılan, dünyanın en lezzetli mantarından çıkmak istiyorum. Yoksa siz hala kültürsüzleştiremediklerimizden misiniz?
*Bu yazı, 2008 yılında Çukurova’nın Sesi gazetesinde yayımlanmıştır.