Siyah Süt, feminist, bencil, son derece kararsız, sürekli değişim halinde olan (hem şehir, hem aşk, hem ülke, hem ev, hem sevgili, hem vs.), başına-buyruk; ancak yavaş yavaş, yaşı gereği, içinde bir yerlerde anne olmak-aile kurmak-yerleşik hayata geçmek dürtülerinin baş gösterdiği bir “çokedebiyatçı-çokyazar-çokdüşünür”ün; loğusa döneminde (öncesi ve sonrasında) yaşadığı mutsuz, karamsar, dışa-kapalı, içe-dönük, bol-gözyaşlı, az-kahkahalı, kalem-tutamayan, hiçbir şey-okuyamayan günlerini anlatan ve yazıldığı anda unutulması istenen, bir otobiyografik roman.
“Siyah Süt”, elbette bir metafor: depresyonu, karanlığı, hastalığı, üzüntüyü; sütün bembeyaz olması gereken dönemde siyahlaşmasını; annenin ne denli mutsuz olduğunu anlatıyor. Bu durumdayken ne yazabiliyor, ne okuyabiliyor, ne canı kendiyle ilgilenmek istiyor, ne de başka bir şey yapmak. Tabii ki bu depresyondan kurtulduğu anda, tüm bu yaşadıklarını yazacağını bilen (depresyondan hiç kurtulamayacağını düşünse de) bir anne-yazar’ın mürekkebidir aynı zamanda siyah süt.
Postpartum Depresyon, edebiyat literatüründe çok sık ele alınmayan bir konu. Elif Şafak, bunun farkına varıp, hem bir boşluğu dolduruyor, hem de kendi içinde bir boşluk açma çabasını bizlere gösteriyor. Ve başarıyor da…
Bu boşluğu incelerken, özellikle Batı edebiyatındaki (ve elbette bizim edebiyatımızdaki) kalemi kuvvetli, “kadını anlatan kadın yazar”lardan bolca örnekler veriyor; kimi hiç evlenip çocuk sahibi olmamış, kimi yazarlığı uğruna isteyip de çocuk yapamamış, kimi evlenmiş çocuk da yapmış kariyer de, ama çocuklarıyla yeterince ilgilenemediğinden annelik burnundan gelmiş, kimi yazarlığa ara vermek durumunda kalmış çocukları doğduktan sonra… Aynı zamanda, ünlü erkek yazarların eşleri olmayı kabul eden kadın yazarları/şairleri ya da ünlü kadın yazarların eşleri olmayı kabul eden erkekleri de anlatıyor ve her biri hakkında yorumlar-fikirler-nedensellikler-nasılsallıklar üretiyor. Bunlar gibi pek çok örneği, kendi iç-hesaplaşması sırasında örneklerle kaleme alıyor Elif Şafak.
En çok ve en derinden sorguladığı ve ikircikli olduğu konu ise, “yazarlık ve çocuk doğurma”nın hangi ortak paydalarda birleştiği ve hangi ortak olmayan paylarda ayrı düştüğü. Zaten en büyük kararsızlığı da bu yüzden yaşıyor taa baştan sona kadar. Ancak ne zaman bebeği rahmine düşüyor, işte o vakit anneliği kendine yakıştırabilmek uğruna çabalıyor –daha önce hiç yapamadığının aksine.
Her zaman, İçimden Sesler Korosu’nun özerkliğinde kaldığını anlatan yazar, romancılığını konuşturarak her birini kişiselleştirip birer parmak kadına dönüştürüyor; her biri birbirinden farklı, ama hep birlikte bir bütünü (yani yazarın kendisini) oluşturan parmak kadınları: Pratik Akıl Hanım, Hırs Nefs Hanım, Can Derviş Hanım, Sinik Entel Hanım, daha sonraları ortaya çıkan –daha doğrusu vakti geldiğinde görünen Saten Şehvet Hanım ve Anaç Sütlaç Hanımlar. Ve tüm bu parmak kadınların oluşturduğu eşi benzersiz, biricik ülke: “Benistan”.
Daha önceki romanlarını okumuş olan Elif Şafak hayranları için daha kolay ve akıcı, bir solukta okunacak, sürükleyici, körükleyici, düşündürücü, eğlendirici, hüzünlendirici, zaman zaman hüsn-üşenlendirici bir roman. Uzun zamandır bir oturuşta kitap bitirmemiştim; Siyah Süt’ü sabahtan akşama kadar kahvaltıdan gece uyuyana dek –tuvalet, yemek, müzik, telefon araları da dahil olmak üzere- elimden bırakamadım. “Hamilelik (öncesi ve sonrası) yalnızca kadını ilgilendirir” diye düşünen erkeklere küçük bir hatırlatma: Lord Poton sizi de bir zaman gelebilir ziyarete. Üstelik kadınlara yaptığından daha çok kötülüğü dokunabilir erkeklere. Eşini sürekli ağlar halde gören, evdeki kadın sayısının bir günde artmasıyla (kayınvalide, bakıcı, anne, eş, bebek de kız olunca) bu kadın-duvarının içinde kaybolan ve kaçacak delik arayan bir baba olabilirsiniz siz de. İyi okumalar…
*Bu yazı, 2007 Aralık’ta Radikal Genç’te yayımlanmıştır. / Görsel: The Bleeding Roses, 1930, Salvador Dalí.