Her şeyin bir ilki vardır. Geçen hafta salı gecesi de benim için ilklerle dolu bir deneyim oldu. En yakın dostum NaCI ile Münih Ludwig Maximilian Üniversite Hastanesi’nde bir güzel sabahladık.
Hayatımda bugüne dek -çocukken bir tanıdığımızdan daha yavruyken aldığımız Ankara kedimin bana astım krizi geçirtip oksijen tüpüyle tanışmama sebep olması dışında- bedenimi böylesine alt üst eden bir alerjik reaksiyon yaşamamıştım. Ancak tüylü olan her şeye azami dikkat etmem gerektiğini bu son yediğim dağ şeftalisinden sonra kesin olarak anladım.
Daha önce şeftali yediğimde, ağzımın etrafında kızarıklıklar olur, suyla elimi yüzümü yıkar, 10-15 dakika sonra da geçerdi. Herhangi bir önlem almama gerek olmazdı. Üstelik de olgun şeftalinin kokusuna tadına bayılırdım. Ama gel gör ki bu sefer öyle olmadı. Adeta kocaman bir şeftaliye dönüştüm.
Gece yatmadan, yaz akşamlarına yakışırcasına bir hareketle, dolaptan buz gibi çıkarıp, kabuğunu soymadan bir tane dağ şeftalisi yedim. 4 saat sonra ise kudurmuşçasına kaşınarak uyandım! Önce ellerim, sonra ayaklarım, sonra göğsüm, boynum, saçlarım, karnım, bacaklarım, koltuk altım, sırtım derken yanmaya başladım. Evin içinde deli gibi dolanmaya başladım. O sırada tabi ki başıma daha önce böyle bir şey gelmediği için aşırı panik oldum. Panik olunca kalbim gümlemeye başladı, nefesim sıklaştı, atak geçiriyorum sandım, hakikaten çıldıracak gibi oldum. Sevgilim uyandı, baktı yüzüm kireç gibi geri kalanımsa kıpkırmızı; sakinleşemiyorum, derhal hastanenin aciline koştuk. Eve en yakın acil, Münih Ludwig Maximilian Üniversite Hastanesi’ninkiymiş. Bunu da böylece asla unutmam.
Acildeki doktorlar hemen müdahale için sorular sordular: Soru: Bilinen bir alerjiniz var mıydı? Cevap: Şeftali. Soru: Peki bunu bildiğiniz halde neden yediniz? İçses: Ama yani bunu bir önceki hafta da yaptım hatta ondan önceki gün de ve hiçbir şey olmadı! Sevgilimden gelen cevap: Aptallık işte! Soru: Hamile misiniz? Cevap: Hayır. Soru: Sigorta kartınızı alabilir miyiz? Cevap: Buyurun.
Tık tık tık işliyor her şey. O sırada ben de kuduz gibi kaşınmaya devam ediyorum.
Neyse aldılar hemen müdahale odasına, tansiyonumu ölçtüler; fırlamış. 3 antialerjik ilaçlı serumu dayadılar koluma, “sizi yoracaktır bunlar ama iyileşeceksiniz, merak etmeyin, sakin olun, her şey yoluna girecek” telkinleri söylüyor tatlı acil doktoru kulağıma.
Of nasıl bir yorgunluk çöktü. Nasıl bir çaresizlik kapladı içimi. Tansiyonumu tekrar ölçtüler düşmüş ama nabzım da düşmüş. Sevgilimi dışarı aldılar. O da merakta. Her hasta olduğum zamanki gibi sinirlerim bozuldu, başladım ağlamaya. Anneme çekmişim. O da öyle nezle olunca bile ağlar. Sonra annemin de haberi olmuş, uzaklardan geldi duaları kulağıma. İlaçların etkisi zahir, titriyor içim. Biraz geçiyor, diyorlar ki sabaha kadar burada kalması iyi olur. Serum da biter hem de gözetim altında tutmuş oluruz. Zira tekrar edebilir. “Tamam” diyorum sevgilime, “sen eve git, ben de burada kalayım. Sabah alırsın beni.”
Tonton bir teyzenin yanına götürüyorlar beni elimde serum şişesi, altımda tekerlekli sandalye. Hayatımda ilk defa tekerlekli sandalyeye oturuyorum. Komik geliyor, ın ın ınnnn çekilin yoldaaan, hastane koridorları pek sessiz, bomboş neredeyse. Halsizim. Yatağa yatırıyorlar beni.
Pencere açık, oda buz olmuş. Yorganın altı sıcacık ama. Mışıldamaya başlıyorum. Rüyalarda gezintiler. Kolumu bükmemeye çalışıyorum son teknoloji bükülebilir, bükülse de bir şeycik olmaz plastik serum iğnesine rağmen. Uyanıyorum. Uyuyorum. Uyanıyorum. Uyuyorum. Evden nasıl çıktıysak artık apar topar, telefonumun şarjı da az. Bakıyorum, kapıyorum. Tuvalete gitmem gerek. Anlatmışlardı odaya girerken, nasıldı, anahtarı duvarda asılı yerden al, serum şişesini metal askılıkta takılı bırakarak yürü, a kapı açık, ne güzel, tuvalet kapısı nasıl geniş, serum arabasına uygun tasarlanmış, Alman ekolü. Tuvalet kapısı tasarımını bile normuyla yapıyorlar abicim. Hastasıyım bu Alman kafasının.
Odama, yatağıma geri gidiyorum. Gün aydınlanmaya başlıyor. Azıcık daha uyuyorum. Tonton teyze bana Bavyera aksanıyla “saat kaç” diyor. Rüya mı bu? Yok, gerçek. “6” diyorum. “Çok acıktım” diyor bana. “Frühstück (kahvaltı) ne zaman acaba” diye söyleniyor. “Bilmiyorum ki teyzeciğim. Bekleyelim görelim.”
7 oluyor saat. Tansiyon ölçme vakti. Pıs pıs pıs çıp çıp çıp. Alles klar. Ve kahvaltı geliyor tepsiyle! Aman Tanrım hem de küçük bir termosta taze kahve ile. 2 yuvarlak ekmek, 1 diyet margarin, 1 diyet marmelat, 2 ince dilim tavuk şarküterisi, bir dilim peynir, bir tüylü kivi! Hepsi listeli, tek tek ne olduğu yazılmış. Bir Alman ekolü örneği daha. Kivi, ekmek, marmelat ve kahve dışındakiler ilgi alanıma girmiyor. NaCI kolumda, yapıyoruz kahvaltımızı tonton teyzeyle. Bana bir şeyler anlatıyor, kah anlıyorum kah anlamıyorum ama anlamış gibi yapıyorum yazık üzülmesin, gülümsüyoruz birbirimize. Nasıl yaşlı. Nasıl neşeli bir yandan. Geçmiş olsun teyzecim, en içten dileklerimle.
Bense yatağa geri dönüyorum. Biraz dergi okuyorum. Biraz oturup kalkıyorum derken 9 oluyor saat. Sabah mesaisinde yeni bir hemşire geliyor, diyor ki çıkabilirmişim, eve gidebilirmişim, her şey normale dönmüş. Geceden beri belki 10 farklı kişi benimle ilgilendi. Hepsi de birbirinden kibar ve iyiydi. “Tamam” diyorum, teşekkür ediyorum. Ayakkabılarımı giyiyorum ve doktordan o gün çalışamayacağıma dair bir rapor alıyorum. Sevgilimi beklemek üzere aşağıya iniyorum.
Bütün günü uyuyarak geçiriyorum neredeyse. Kendimi anca toparlıyorum 1-2 gün içinde. Ve elveda şeftali, elveda sana şarkısını söyleyerek hayatıma devam ediyorum (ben de mango yerim, ananas yerim, kivi yerim, üzüm yerim; sana mı kaldım tüylü şeftali!).
*Bu yazı, 30.07.2014 tarihinde Radikal Blog’da yayımlanmıştır: http://blog.radikal.com.tr//saglik-guzellik/seftali-tuyu-alerjisi-ve-almanyadaki-ilk-acil-durum-hastane-deneyimi-67884