Floransa ve Bolonya-Modena-Parma yazılarımdan sonra Venedik notlarımla karşınızdayım efendim. Yalnız önceden uyarayım: “turist olarak her gidilen kenti öve öve bitirememek değil asıl marifet” ve “avuç içi kadar, altyapısız bir kent turistle dolup taşsın diye nasıl şişirilir” alt mesajlı bir yazı oldu. İstemezseniz okumayın.
Bolonya’dan 2 saatlik tren yolculuğuyla Venedik’teyiz. Oha garın yerinin güzelliğine bak! Ayak basar basmaz kozmopolit ve nemli bir yere geldiğimizi fark ediyoruz. Suyu özlemişiz.
Yalnız kalacağımız yere doğru yürüdükçe başka bir şey daha fark ediyoruz: haritada çok yakın olmasına rağmen eşyalarla ve özellikle çekçekli valizle habire küçük küçük ama merdivenli köprüler atlayıp durmak hayatı bir anda zorlaştırıyor. Hava da gittikçe ısınıyor sanki. Öf sıcak bastı, ha gayret az kaldı. Ve 20 dakika sonra vardık.
Ne, o da ne, şimdi de 3 kat merdiven var. Boran 20 kg’luk valizle mücadele ederken ben de ıvır zıvırları ve sırt çantalarını yüklendim. Adeta göğe çıktık. Konaklama ararken çok dikkat edin. Katına özellikle ve kapılarının gıcırdayıp gıcırdamadığına. Uyutmuyor sonra.
Kent hakkındaki ilk intibamız çok çok iyi olsa da giderek çıtasını düşürdü kendi kendine. Birincisi aşırı turistik. İkincisi aşırı pis. Üçüncüsü aşırı pahalı. Dördüncüsü labirent gibi sokaklar bir süre sonra cinnet geçirmenize sebep olabiliyor. Beşincisi pes edip ben bir taksiye atlayayım deme şansınız yok zira her yere yürümek zorundasınız. Altıncısı her yer güvercin boku. O da yetmiyor köpek boku. O da yetmiyor insan sidiği. Venedik sen ne yaptın ya?
Görülecekler:
- San Marco kısmı -zenginle fakirin, turistle yerelin, güzelle çirkinin, gondolla sandalın, yosunla ambalaj atığının iç içe geçtiği Sultanahmetvari bölge-
- San Polo kısmı -daha mütevazi, rahat, minik bölgelerden oluşan, habire köprü inip çıktığınız taraf, nispeten daha çok sevdik, daha uygun fiyatla yedik içtik, turist de pek görmedik-
- Liman tarafı -çantanıza, gözlüğünüze, cebinize, cüzdanınıza azami dikkatte olmanız gereken, her şeyi fotoğraflamak isterken anı kaçırdığınız kısım, azıcık bırakın o kamerayı da tadını çıkarın be-
- Getto bölgesi -sessiz, sakin, tenha, daha temiz kısım, fırın ürünleri de değişikli-
- Bienal bölgesi -epey uçta, Bienal yokken gitmenin bir anlamı var mıdır sorgulanabilir, yine de önünden bir geçiverin hiç olmazsa-
- Tren garı -ister istemez görüp “yeri de amma iyi” diyeceksiniz, içinde dükkanlar da var, hırsızlar da-
Venedik bizi yeme-içme anlamında da Bolonya’dan sonra hiç ama hiç tatmin edemedi. Hatta o kadar etmedi ki ilk akşam sırf acımızdan bayılmayalım diye Burger King’de büyük seçim yedik, evet yaptık bunu. Utan kendinden Venedik. Bizi ne hallere soktun adam gibi yemek yiyeceğiz diye. En son ne zaman Burger’da yediğimi bile hatırlamıyorum. Zaruretten ancak.
Yok yani, alternatif az, mekanlar da ufak olduğu için, yüksek sezon olmamasına rağmen hemen doluyor, makarnadan da pizzadan da şarküteriden de gına geldi. E bu üçlü dışında da bir şey sunmuyorlar. Biz de n’aptık, 2. gün marketten bir şeyler aldık, sebzeye meyveye yoğurda hasret kalınca. Doğrayıp doğrayıp yedik mis gibi.
O yüzden sayıca az ve öz önerimiz var.
Café:
Boresso, sabah benim gibi gözünü açmakta zorlananlar için şipşak kahvaltı niyetine kahve yanına inanılmaz çıtır ve taze croissantlar -kuruhasanlar- alabileceğiniz minik bir dükkancık. Öğleden sonralarıysa Aperol içip çerez ve sandviç -daha doğrusu cicchetti- atıştırabileceğiniz bir yer. Venedik’teki 3 sabahımızı da Boresso’nun mis gibi kokan taze kahvesi aydınlattı.
Atıştırmalıkçı (ciccheteria):
Bacareto de Lele, üniversitenin tam köşesinde yer alan ayaküstücü kafa başı 3’er mini sandviç ve yanına 2’şer mini kadeh beyaz şarapla atıştırmanın bir adım ötesinde. Güvercinlere dikkat.
Akşamüstü Aperol’ü Ai do draghi’den gelsin. Meydana karşı oturmak hoş oluyor. Ayrıca içkileri torpilli koyuyorlar ve sadece 4 euro.
Akşam için:
Nam-ı diğer “ahtapot adam”, müşterileri için elceğizleriyle balık ayıklarken objektifime takılmıştı. Açıkçası burada yiyemedik ama aklımda yer etti. Il paradiso Perduto, Cannaregio 2540’ta. Rezervasyon yaptırın mutlaka, sonra yediklerinizi anlatırsınız bana.
Bunlar dışında makarnacılar, pizzacılar gırla. Fakat içimiz dışımız günlerdir un, un, un olduğu için vitaminsizlikten, mineralsizlikten ve yorgunluktan son 2 gün bitap vaziyetteydim. Muhtemelen de birilerinden mikrop kaptım, Münih’e döndükten sonra 10 gün daha hastaydım.
Siz siz olun Venedik’i gözünüzde aman aman büyütmeyin. 2 gün yeterli olacaktır. Evet çok fotojenik bir kent, bolca fotoğraf çekin. Köpek boklarına basmayın yalnız, dikkat edin. Saatine 80 euro verirseniz gondol sefası yapabilirsiniz. Sonra hava atarsınız eşe dosta. Biz gerek duymadık, eksikliğini de çekmedik. İstanbul’da ada vapuru daha keyifli olabilir.