Bir Sosyoloji lisans dersinin final sınavında tek soru olarak kahve çekirdeğinin sosyolojisini yazmıştık (2008 yılında sınav kağıdıma bu satırları yazarak 95 almıştım, arşivi karıştırırken çıktı karşıma, paylaşmak istedim. Elbette şu anki kahve tercihim 4 yıl öncesine göre daha da gelişti ve bir markadan çıktı, daha farklı lezzetler ve sunumlar arar oldu. Siz bu yazıyı kahve yolculuğumun keşifleri, kilometre taşları ve bir sınav kağıdı olarak okuyun).
Bir kahve çekirdeği ile ilgili “bireysel boyut”u yazarken, kendimden ve diğer kahveseverlerden yola çıkmayı uygun gördüm. Ben yalnızca kahveyi tüketiyorum. Yani üretim sürecinde yer almıyorum, onu para karşılığında, marketten-çarşıdan-pazardan, çeşit çeşit seçenek arasından seçip evime getirip, usulüne uygun bir şekilde pişirip içiyorum. Aldığım ve içtiğim kahvede tercih ettiğim marka ise Jacob’s. Özellikle de granül kahveyi değil, çekirdekten öğütülmüş filtre kahveyi tercih ediyorum. Ev dışında da, kahve tercihim “espresso”nun su eklenerek hazırlanan hali olan “americano”dur. Tüm bu detayları vermemin temel sebebi, kentlerde yaşayan birçok kişinin ortak özelliği olarak, sadece “tüketim” odaklı oluşumuzdur. Ancak bir de kahvenin üretim sürecinde yer alan “birey”leri incelememiz gerekli. Kahvenin yalnızca dünyanın birkaç noktasında yetiştirildiğini ve toplanma aşamasının ne kadar meşakkatli olduğunu ve bu işte çalıştırılan “birey”lerin çok düşük ücretler aldığını göz ardı edemeyiz.
Bir kahve çekirdeği ile ilgili “toplumsal boyut” ise, işte bu düşük ücretlerle çalışan “kahve işçileri”ni kapsar. Bu kimseler, kapitalist süreç sayesinde/yüzünden, sadece bu işi yapabildikleri/bu işte uzmanlaşabildikleri için, başka mesleklere yönelemezler. Bunun yanı sıra, kahvenin yetiştiği coğrafyadaki toplumlar, genellikle “alt gelir grubu”na dâhildirler, yani halk diliyle fakirdirler. Ancak, piyasada satılan kahvelere baktığımızda, fiyatların işçi maaşlarına oranla hayli yüksek olduklarını görürüz. Piyasadaki bu arz/talep/rekabet sayesinde, kahve sektörünün çok geniş boyutlara ulaştığı da aşikârdır.
Kahve, sınırlı bir coğrafyada, belli mevsim/iklim koşulunda yetiştiği halde, tüm dünya tarafından bol bol tüketilir, bu da bize kahve piyasasının hareketliliğini gösterir. İçerdiği kafein miktarı, granül/filtre/çekirdek şekli, Arabica mı Robusta mı olduğu, vb. özelliklerine göre “uluslar arası boyut”ta tercih edilmektedir. Son yıllarda hızlı bir şekilde, McDonald’svarileşip “fast-coffee” haline gelen kahve zincirleri (Starbuck’s, Gloria Jean’s, John’s Coffee, vs.), kahve piyasasını –kendi ürettikleri kahve çekirdekleri ile- büyük ölçüde etkilemiş görünüyor.
Kahve, Amerikan ya da Fransız ya da İngiliz (ya da Batılı herhangi bir toplumda) ailelerinin kahvaltı (kahve+altı) menülerinin vazgeçilmezidir. Güne zinde ve dinç başlamayı sağladığına inanıldığı için (içerdiği kafein sayesinde) -aynı zamanda bunu vaat ettiği için-, kahve üreticileri ve ihracat firmaları da bunu gayet başarılı bir şekilde kullanıp ağlarını yaygın hale getirmeye uğraşıyorlar. Elbette, bu sayede, değişik iş fırsatları, yeni “meslekler” ve istihdam sağlanıyor. Üretimden tüketime tüm süreçleri ile varlığını ve cazibesini her geçen gün arttırarak yoluna devam eden kahvenin, halinden memnun olduğunu hissediyorum…
Şimdi tüm bu boyutları (bireysel, toplumsal, uluslar arası) ele aldığımızda, Weber’ in ‘sınıf ve statü’ kavramlarını kullanarak, konuyu biraz daha derinleştirebiliriz. Çünkü ‘sınıf ve statü’ kavramları, özellikle bu üç boyutla yakından ilgilidir. Şimdi ben gidip canımın istediği kahveyi, fiyatına aldırmadan satın alıp afiyetle içebiliyorsam, bu benim hem sınıfımı hem de statümü gösterir. Keza, şık, elit, üst düzey gelir grubu için düzenlenmiş bir mekânın menüsünden, 12 YTL.’ ye bir fincan kahve içebiliyorsam yine aynı şekilde bir kategoriye aidiyetimi sergilemiş olurum. Weber’ e göre, statü kavramı, sınıf kavramına göre daha belirleyici ve haliyle daha önemlidir toplumsal ilişkiler açısından. Çünkü sınıf, özellikle bir ekonomik göstergedir. Misal, iyi bir eğitimi olmayan, ama kara-para ile otopark mafyalığı yaparak ya da her nasılsa bir şekilde zengin olmuş/köşeyi dönmüş, hatta “görgüsüz” diye tabir edebileceğimiz bir insan, her gün bu “üst düzeye hitap eden” mekâna gidip en pahalı yemekleri yiyip en pahalı içkileri içebilir. Bu hareket (görgüsüz, eğitimsiz, adapsız), onun sosyal statüsünü, sosyal sınıfına göre düşürmüş olur. Weber’ e göre, sınıf ve statünün paralel ve dengede olması halinde, toplumda durağanlık (statiklik) görülür. Tam tersi durumda ise (sınıf-statünün dengesizleşmesi), toplumsal değişim/dönüşüm görülür.
Bu noktada, kahve işçilerine dönersek, eminim yüksek ve yorucu çalışma saatlere karşılık düşük ücretler aldıkları için, ellerinde bir “mülk”leri olamamaktadır (miras kalmadıysa!). Bu da şunu gösterir; statü, içine doğmakla ya da satın alarak ya da yüksek statüye sahip biriyle evlenerek kazanılan bir kavramdır. Ancak sonradan kazanılan statüler, çok itibar görmezler. Çünkü içine doğduğu aile ve o ailenin kültürü ile şekillenerek belli bir olgunluğa erişir birey; içtiği/seçtiği kahve bile ona göre şekillenir, granül/filtre/çekirdek/kapsül olur ya da olmaz.
Küçücük bir kahve çekirdeğinden bile neler neler çıktı, gördünüz mü? Bir fincan kahvenin nasıl kırk yıl hatırı oluyor sanıyorsunuz?.. Genç, yaşlı, kadın, erkek, siyah, beyaz, zengin, fakir, …
Hepimize afiyet şeker olsun.