BirGün

İstanbul’un yalnız ve kalabalık vapurları ile Bülent Ortaçgil şarkıları

Posted on 6 October 2011

Vapurlar. İstanbul’un vapurları. Koşup yetişilen, kaçırdıkça uzağa giden, artık yandan çarkı olmayan vapurlar… İki yakasını biraraya getiren İstanbul’un. Sarı-beyaz çizgili deniz bekçileri. Bu aralar Bülent Ortaçgil şarkıları gibiyim; ikidir vapuru kaçırıyorum… İstanbul öyle büyük ki içinden geçmeye kıyamıyorum. Her sabah işe gitmek için, evden çıkıp Moda’nın sevimli sokaklarından -her zaman aynı köşede bekleyen kedilerine selam vererek- yürüyüp Beşiktaş iskelesine varıyorum ve günün en güzel yolculuğu başlıyor. İş yerim Tarabya’da olmasına rağmen Moda aşkım sayesinde birkaç ay önce Moda’nın en pratikRead More

Bir Şili Masalı

Posted on 28 November 2010

Gel zaman git zaman, mevsimlerden yaz, aylardan ağustos, hatta ayın 5’i, bir perşembe günü, gidiyorum gündüz gece uzun ince ülke Şili’de, altın ve bakır çıkarılan San Jose maden ocağında büyük bir patlama yaşanmış. 33 madenci yerin 700 metre altında göçük altında kalmış. Günlerce hiçbirinden haber alınamamış, kimseye ulaşılamamış. Günler, haftalar geçmiş, tam herkesler umudunu kaybetmişken, kurtarma ekipleri kazılar sırasında bazı çekiç sesleri duymuşlar, sondajla açılan bir delik ve bu delikten sarkıtılan bir çubuk sayesinde yeryüzüne bir not ulaşmış: “33 kişiyiz,Read More

Babalık

Posted on 28 November 2010

Babalık, kelimenin ilk anlamıyla baba olma halidir. Ancak eski Türk filmlerinde de sıkça karşılaştığımız bu sözcük, çoğu zaman “n’aaber babalık?!” şeklinde hayatımızda yer etmiştir. Baba ise, iki adet –ba hecesinden oluşmakla kalmaz, annenin hamile kaldığı andan itibaren erkeğin sorumlulukların arttığına ve hayatını tekrar en baştan programlamasına –bir nevi formatlamasına- delalet eder. Çocuğa soyadını verir, soy kütüğüne yazdırır. Elbette baba olmak her erkeğin harcı değildir. “Annelik içgüdüseldir, babalıksa sonradan öğrenilir” çok yerinde bir laftır. Ama lafla da peynir gemisi yürümez. BabanınRead More

İstanbul neyin başkentiydi kuzum?

Posted on 8 October 2010

2010 yılının sonbaharı iyice hissettirdiği serin soğuk günlerindeyiz; klimaların sıcağa ayarlandığı, radyatörlerin havasının alındığı, yazlıkların baza altına kaldırılıp kışlıkların dolaptaki yerini aldığı ıssız günler… Yani yılın sonuna yaklaşıyoruz hızla ama yine de İstanbul’un gündelik hayatı ve günlük olayları kadar büyük bir hızla değil. Sevgili İstanbul yıllar önce (1923, yine bir sonbahar günü), birilerinin elinden kurtulmuş; belki yıllar içinde çekeceği ızdırapları önceden görüp bu kurtuluşa üzülmüş veya en iyi ihtimalle neyden kurtulduğunu bilemese de kulağa hoş gelen bir kelime olduğundan sevinmiştir.Read More