Gel zaman git zaman, mevsimlerden yaz, aylardan ağustos, hatta ayın 5’i, bir perşembe günü, gidiyorum gündüz gece uzun ince ülke Şili’de, altın ve bakır çıkarılan San Jose maden ocağında büyük bir patlama yaşanmış. 33 madenci yerin 700 metre altında göçük altında kalmış. Günlerce hiçbirinden haber alınamamış, kimseye ulaşılamamış.
Günler, haftalar geçmiş, tam herkesler umudunu kaybetmişken, kurtarma ekipleri kazılar sırasında bazı çekiç sesleri duymuşlar, sondajla açılan bir delik ve bu delikten sarkıtılan bir çubuk sayesinde yeryüzüne bir not ulaşmış: “33 kişiyiz, sığınakta iyi durumdayız.”
Başta aileler olmak üzere tüm kamuoyu, herkes çok sevinmiş. Sevinmekle kalmayıp şimdi nasıl bu kadar kişiyi sağ salim bulundukları yerden çıkarabiliriz diye düşünmeye, yepyeni aletler üretmeye başlamışlar. NASA’dan yardım istemişler, yerin altına inebilecek silindirik bir şeyin işe yarayabileceğini düşünerek dar bir tüp tasarlamışlar.
Ve kurtarılmak için sabırlı bekleyiş başlamış. Belki 4 ay sürebilirmiş bu iş. Yiyecek ve içeceklerin yanında, astronotlar tarafından psikolojik destek de verilmiş. Çünkü metanet, onların en çok ihtiyacı olan şeylerden biriymiş.
33 madencinin her birine, 48 saat boyunca idare etmesi için, sadece iki çay kaşığı ton balığı, bir yudum süt ve yarım bisküvi verilerek hem stoğun bitmesi önlenmiş hem de 66 cm çapındaki silindir kapsüle sığabilmeleri için kilo almamaları sağlanmış. Her şey o kadar ince ayrıntısına kadar düşünülmüş ki yani. Yani bizde asla olamayacak, olmayacak, olmamış şekilde.
Planlanandan daha az bir sürede bitmiş bu hayat kurtaran silindir. Ve birer birer çıkarılmaya başlamış madenci kahramanlar. Günlerdir kapranlık, küçücük bir alanla nefes alıp veren bu yoldaşlar, yeryüzüne siyah maden gözlükleriyle çıkmışlar gözleri kamaşmasın diye. Belki içlerinden “maden ki unutmuşsun, gözlerimin rengini…” şarkısını söylemişlerdir, kim bilir.
Tüm dünya onları izlerken gözyaşlarına boğulmuş sevinçten. Kimi hala inanamıyormuş olanlara. Sevdiklerine sarılırlarken nasıl da yorgun ve nasıl da mutlularmış. Bu arada karısı hamile olanlar doğurmuş, sevdiğine evlilik teklifi edenler muradına ermiş.
Bu kurtarılan madencilerin bir sürü de ismi varmış. Birlikte paylaştıkları o zor günleri asla unutmayacaklarmış. Ve bu isimler tarihe yazılmış, ben buraya yazmışım çok muymuş…
Claudio Acuña Cortés, Juan Carlos Aguilar Gaete, Osman Isidro Araya Araya, Samuel Ávalos Acuña, Florencio Ávalos Silva, Renán Anselmo Ávalos Silva, Carlos Alberto Barrios Contreras, Jonny Barrios Rojas, Carlos Bugueño Alfaro, Raúl Enrique Bustos Ibáñez, Pedro Cortez Contreras, Jorge Galleguillos Orellana, Mario Gómez Heredia, José Henríquez González, Daniel Herrera Campos, Juan Andrés Illanes Palma, Franklin Lobos Ramírez, Carlos Mamani (Bolivya), José Ojeda Vidal, Edison Peña Villarroel, Omar Orlando Reigada Rojas, Esteban Rojas Carrizo, Pablo Rojas Villacorta, Jimmy Alejandro Sánchez Lagues, Darío Arturo Segovia Rojas, Víctor Segovia Rojas, Mario Sepúlveda Espinaze, Ariel Ticona Yáñez, Luis Alberto Urzúa Irribarren, Alex Richard Vega Salazar, Richard Villarroel Godoy, Claudio Yáñez Lagos, Víctor Zamora Bugueño.
Bir de tüm bu mucizenin içinde olan Katolik Şilililer’in inandığı 33 rakamının uğuru varmış. O kadar çok 33 ile ilgili şey varmış ki böyle batıl inançlara inanmayanlar bile şaşırıyormuş. Bir kere 33 kişilermiş. Kurtarma operasyonunun başlangıç tarihi 13.10.10’muş ve toplayınca 13+10+10=33 ediyormuş. Silindirin çapı 33’ün 2 katı 66’ymış. Yazdıkları ilk nottaki karakter/vuruş sayısı bile 33’müş (estamos bien en el refugio los 33). Kurtarma kuyusunun delme işlemi tam 33 gün sürmüş. Daha ne olsun!
Bizdeyse, madencisinin ölümüne kader deyip, canlısını bırakın cesedini bile çıkarmaya uğraşmayan bir devlet varmış. Şili’den güzel haberler geldikten sonra da dalga geçercesine pişkin pişkin, “bizde olsa 3 günde çıkarırdık” diyebilen arsız bakanlar varmış. Çünkü bizde insanların değeri ceplerindeki parayla ölçülüyormuş. Çünkü biz azgelişmiş bir ülkeymişiz. Çünkü bizim gelişmişliğimiz başka taraflardaymış. Hal böyle olunca umutsuzluk etrafta kol geziyormuş ve Türk madencilerin göçükte kaldığını öğrendiğimiz gün bana da bu Maden şiirini yazdırıyormuş:
Yerin dibindeyim çok karanlık / üzerime çöküyor sanki tepedeki bütün aydınlık / simsiyah ellerim, kollarım, ayaklarım / kaza süsü verecekler yine / biliyorum kaçınılmaz / kaçıp kurtulamaz bir haldeyim / kömür gözlerimden alevler çıkıyor kırmızı / bağırıyorum kimse duymuyor / bütün kulaklar olmuş yine sağır / gün ışığını bir daha görebilecek miyim / acaba diye geçiyor içimden / sularına gömülebilecek miyim / yine denizin soğuk / çocuklarım yokmuş iyi ki / evde beni bekleyen bir karım / kabul etmesem de bana sorulmuyor ki / kaderim ölümmüş böyle yazılmış yazım / allah’a emanetmişiz allahsızlar cehenneminde / fersahın kelime anlamını şimdi daha iyi anladım.
Hadi şimdi birer kadeh Şili şarabını havaya kaldırıp, Şilili madencilerin kurtarılışına, insanına değer veren Şili’ye içelim! Ve sonra kendimize soralım; bizim neyimiz eksik?
*Bu yazı, 2010 yılında BirGün’de yayımlanmıştır.