Planlamak zor geliyor geleceği lakin tasavvur bedava. Daha yaşanacak çok şey var biliyorum. Tek bir hayatın yetersizliğine dair konuşurduk ya hep rakı masalarında; yazacak daha çok yazı, çekecek daha çok fotoğraf, gidecek yerler, sevecek ne çok insan, yiyecek pek çok yemek, gerçekleştirecek daha çok iş. Sevdiğim her şeyi yapmak istiyorum, zamanım yettikçe, günler tükendikçe ve dünya döndükçe.
Önce sen gittin, yalnız koydun beni. En çok korktuğumla, yalnızlığımla başbaşa bıraktın. Gerçekleri kabul etmekle geçirdim neredeyse tüm mesaimi. Bağırdım, çağırdım, ağladım, güldüm, yazdım, çizdim, oynadım, lanet ettim, başka başka kentlere gittim, başka insanları sevdim, denizlere girdim, göklere çıktım, yollara düştüm, hiç durmadım anlayacağın çünkü hep kaçtım. Duymaktan, susmaktan, konuşmaktan, sessizlikten kaçtım. Senden kaçtım, gizlenmekten kaçtım, susuzluktan ve açlıktan ve doyumsuzluktan kaçtım. En çok da kendimdi suçladığım. Ben, sen olmak pahasına.
Korkularınla yüzleş derdi dedem, onların üstüne gittikçe yeneceksin hepsini. Onlar senin en büyük düşmanın, aynı zamanda en büyük danışmanın. Yönümü şaşırmış haldeydim ama şimdi. Zamansız korkularım var, pusulam çalışmaz. Ne yapmalıyım dede? Nereye gitmeliyim, söyle?
Başardığımı sandım, hepsinden kurtulduğuma inanarak gülümsedim ayna karşısında, sokaklardaki insanlara. İçimdeki çocuklara şarkılar söyledim, masallar anlattım ama olmadı, yapamadım. Sensizlikten korktum. Beni, bensiz bırakmandan. Ama gittin bir kere dönüşü olmayan o yere.
Aylar, yıllar geçtikçe anladım başarısızlığımı, yine de yılmak istemedim, düştüm düştüm kalktım, kalktım kalktım yine düştüm. Yalnızlığı tanıdım; içinde tehlikeyi barındırıyordu. Tehlikeli şeyler gördüm, duydum, konuştum. Üç maymuna ters düştüm. Korktuğum her şey başıma geldi. Çemberi tamamladım.
Oysa Kundera’nın lafını hatırlamalıydım, ‘korkunun kaynağı gelecekte yatar’dı. Ben ne geçmişten ne gelecekten kurtuldum; yaşadıklarımız dün gibi aklımda, yaşayamadıklarımız yarın gibi yakınımda. Belirsizlikle kalakalmışlığın verdiği kıpırtısızlık ve soğuklukla heykel gibi taş kesildi bedenim.
Bir kartopuydu önce her şey, yükselmek istedim hızlıca, bu yüzden arkama bakmamaya çalıştım, aşağıya eğilmemeye, mümkün olduğunca sağlam durmaya. Çıktım, çıktım, çıktım, yuvarladıkça bir çığ oldu zaman, kocaman oldu, yalanlar ve hıçkırıklarla boğuldu, doğrular ve gerçeklerle büyüdü. Suni solunumlarla hayat vermeye çalıştım hareketsiz kaldığında ve bu arada durmadım hiç, hep yuvarladım, yürüdüm, çıktım, büyüttüm, gün geldi en tepedeydim işte.
Bir an, aşağıya bakma gafletinde bulundum, başım döndü, dengem kayboldu, kayıverdi çığ elimden, hızla yuvarlandı aşağılara. Ne ben vardım ortada ne gece ne gündüz ne başka şey artık. Hepsinin altında kaldım. Andan koptum, şimdiki zamanı unuttum, oysa gerçek olan oydu, gerçek olan nefesti. Kesilmişti.
Temeli çürük gökdelenin altından sağ çıkmam gerekliydi. Bir şehrin tüm silüeti, nevrotik çığlıklar gibiydi kulaklarımda. Geceyarıları kan ter içinde uyanırdım büyük pencereli odanda, sağında yatarken; yükseklik korkumdun sen benim, düştüm şimdi yerdeyim.
Boynumdaki atkı oldu geçmiş, en yakın arkadaşım oldu zamanla. Onunla uyudum, onunla konuştum, her yere onunla gittim, özenle baktım, yıkadım, beni korumasını sağladım, gelecekte hep yanımda olsun diye besledim ve endişelendim. Ondan hiç ayrılamadım. Rüzgarımla savruldu, kollarımda kayboldu, karanlığa bir umut ya da korkularıma eş anlam oldu.
Ve gün geldi, devran döndü. Bir nefes geldi, ruhumu buldu. Koştum, koştum, koştum arkama bile bakmadan. Kaçtım sizden çok uzağa. Kurtuldum bir bir hepinizden. Nefes nefese. Kapkaranlıkta. Güm güm, güm güm, güm güm. Kalbim ağzımdan çıkacaktı, kulaklarım uğulduyordu, midem yangın yeri, gözlerim faltaşı. Zihnimdeki kaos, bedenimdeki ateş, ruhumdaki suretlerle koştum.
Şimdi hepinizden ayrılmak zamanı geldi.
*Bu yazı, PsikeArt Dergisi’nin Temmuz-Ağustos 2014’teki “Ayrılık” temalı sayısında yayınlanmıştır.
Fotoğraf: http://mytheaterworld.blog.com/files/2012/02/ayrilik.jpg