Ben de bazen Perikles Atinası’nda falan olmak istiyorum; Agora’ya gidip kız kıza muhabbetler, çekirdek çitlemeler, defne sabunu ve yemek tarifleri… Yine onlar geliyor aklıma.
“Garip” çünkü yüzlerce yıl içinde Sagalassos’un başına gelmeyen felaket (ekonomik çöküş, üretim zayıflığı, defalarca deprem, veba salgını, su kaynaklarının ve ormanların tükenmesi, ısınma sorunu, vb.) kalmamış. Nihayetinde Arap akınları ve savaşlar sonunda şehir terk edilmiş. Neyse ki yüksek bir dağ yamacında yer alması sayesinde, terk edildiği haliyle kalabilmeyive günümüze kadar gayet iyi korunarak gelebilmeyi başarmış.
Geçen yaz arkadaşlarıma “fotoğraf çekmeye Sagalassos’a gidiyoruz” dediğimde “orası neresi?” diye soran çok oldu. İşin doğrusu, ben de annemin bana I. Ulusal Aktüel Arkeoloji Fotoğraf Yarışması’nın linkini yollamasıyla Sagalassos adını ve antik kent kazısını öğrenme şansına nail oldum. 1706’da Fransız gezgin Paul Lucas buraya denk gelmeseydi, 1824’te İngiliz papaz Arundell şehrin ismini deşifre etmeseydi, 1884’te Polonyalı Kont Lanckoronski yönetiminde ilk kazı çalışmaları yapılıp şehrin haritası çıkarılmasaydı bugün hiçbirimiz Sagalassos adını bilemeyecektik gerçi. Ve temmuzun ortasında atladık arabaya, düştük yollara…
Isparta’dan Antalya’ya doğru giderken 40. km’deki kahverengi tabela sayesinde saptığımız virajlı yokuş yol, bizi Antik Yunan Psidia’sının başkentine doğru götürüyor. Büyük İskender’in neden burayı kendi topraklarına katmak istediğini yol kıvrımlarından yukarı doğru yükseldikçe anlıyoruz; yaklaşık 1500 m yukarıya tırmanıyoruz, korunaklı ve hakimiyet kurması kolay, güvenli bir tepeye doğru çıkıyoruz.
Yolun bitişinde bizi bekleyen kapıya vardığımızda, arabayı park edip açık hava müzesini görmek için sabırsızız. Fotoğraf makinelerimiz hazır, şapka ve gözlüklerimiz tamam, saat öğleden sonra üç ve güneş çok yakıcı değil artık, hafif tatlı bir rüzgar eşliğinde Müze Kart’larımızı gösterip görevliden şehrin planını istiyor ve giriyoruz içeriye. Kapanışa kadar üç saatimiz var ve gezilecek çok geniş bir alan. Üstelik yarışmaya fotoğraf çekeceğiz, dikkatle bakmalıyız her detaya.
Girişte sağa doğru tırmanmaya karar veriyoruz, yorulursak dönüşte yokuş aşağı yürür ve dinleniriz diye. Elbette eskiden kullanılan ana kapı değil bizim girdiğimiz, o daha aşağıda kalıyormuş. Tarih boyunca Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Pisidiyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar’ın hakimiyetine giren bir şehri nasıl gezeceğinize karar vermek de ayrı bir meziyet.
En iyisi bir yerinden başlayalım. Çünkü daha bizi bekleyen kaya mezarları, kütüphane, Heroon, Bouleterion (şehir meclisi), tapınaklar, hamam, bazilika, odeon, agora (pazar yeri), Antoninler Çeşmesi ve 9000 kişilik, dünyanın en yüksek irtifaya inşa edilmiş tiyatrosu var; büyük depremler görmüş olmasına rağmen restorasyon yapılmadan sergileniyor çünkü tiyatronun yaklaşık %80’ine zarar gelmemiş durumda.
Bizi tiyatrodan sonra en çok meraklandıran yerse, İskender Anıtı’nı geçip aşağıya doğru kıvrılan yolun ucunda yer alan; Ertuğrul Günay, Aygaz ile Belçika Leuven Üniversitesi ve Belçikalı bazı kurumların iş birliğiyle ayağa kaldırılan ve suyunun akması sağlanan Antoninler Çeşmesi: Afyon mermeri kullanılarak inşa edilen, 2 adet dev Dionysos ve çeşmenin tam ortasında yer alan Nemesis heykeli işte orada, dimdik ayakta ama heyecanınızı biraz yatıştıracak bilgiyi de vermeliyim: orijinalleri onlar değil, gördüklerimiz sadece kopyaları.
M.S. 650 yılında meydana gelen ikinci depremle yıkılan çeşmenin yanında bütün olarak bulunmuş olan orijinal heykelleri görmek isterseniz Burdur Müzesi’ne gitmeniz gerek. Yine de boyutları ve ihtişamları gözünüzü dolduruyor elbette. 28 metre uzunluğunda ve 9 metre yüksekliğindeki çeşmenin bekçileri olarak ayaktalar. Her açıdan fotoğraflıyoruz heyecanla.
Ayrıca bir bilgi daha: kazıda bulunan Hadrian, Marcus Aurelius ve imparator Antoninus Pius’un eşi Faustina’ya ait dev heykeller, ayrıca Ares, Herakles, Hermes, Zeus, Athena ve Poseidon büstleri Antik Dönem heykelleri arasında önemli bir yerde sayılıyor.
2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü çalışmaları sonucu UNESCO’nun Dünya Miras Alanları geçici listesine alınan ve arkeoloji, kartografi, jeoloji, jeomorfoloji, arkeozooloji, antropoloji ve paleobitki gibi çeşitli disiplinlerin ilgisini çeken Sagalassos, 29 Ekim 2011’de Belçika’nın en büyük arkeoloji müzesi Gallo-Romeins’te ”Sagalassos: Bulutların İçindeki Şehir” ismiyle sergilenmiş. Burdur Müzesi’ne ait olan ve başta Hadrian Heykel başı ve İmparator Marcus Aurelieus Heykel Başı gibi eserlerin yanı sıra figürinler, sikkeler, kabartma ve frizler, takılar, çanak ve çömlekler, mızrak uçları gibi toplam 238 orijinal eseri görmek isteyenler için kaçırılmaması gereken bir sergi olmuş.
Sagalassos’ta son durağımız hamam. Yine oldukça iyi korunarak günümüze gelmiş bir bölüm. Üstten görebiliyorsunuz iki katını da.
Kazı bilgilerini, en başta okumamız gerekirken en sonda, yaklaşık dört saatlik bir gezi sonrası, çıkış kapısında yer alan resimli tabelalardan ediniyoruz. Başta bahsettiğim Kont Lanckoronski’nin Sagalassos’ta 1884-86 arası yürüttüğü çalışmalar, bu dönem sonrasında Türkiye’nin batısına kayan kapsamlı kazılar nedeniyle kesintiye uğramış. Son dönem bilimsel çalışma ve arkeolojik kazılarsa, 1990’da Belçika K. Leuven Üniversitesi desteğiyle öğretim üyesi Prof. Marc Waelkens tarafından yeniden başlatılmış ve halen Belçika Leuven ve Burdur Üniversiteleri, Aygaz ve Türk Hava Yolları başta olmak üzere pek çok önemli sponsor, 80 kişilik kazı ekibi ve 100 kişilik işçi grubu tarafından sürdürülmekte.
Ne yapıp edip yolunuzu Sagalassos’a düşürmeli ve bu görkemli antik şehri gezmelisiniz. Antoninler’e bir uğramalı, tiyatro sahnesinde seyirciye selam vermeli, agorada biraz soluklanıp en tepeden dağ manzarasını izlemelisiniz. Fotoğraf makinelerinizi alın ve güzel bir havada yola çıkın. Ben tanıştığımıza çok memnun oldum Sagalassos, sayende pek çok şey öğrendim ve çeşmenin nadide heykellerinden, Dionysos’un fotoğrafını çekerek fotoğraf yarışmasında mansiyon ödülüne layık görüldüm.
En kısa zamanda tekrar görüşmek üzere!
*Bu yazı, 14.05.2014’te Radikal Blog’da yayımlanmıştır: http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/aglasunda-bir-garip-sagalassos-59622